HENDEK SAVAŞI



                            HENDEK SAVAŞI

   Hicretin 5. senesi, 29 Şevval. Milâdî 24 Ocak 627 Uhud Harbinden iki yıl sonra vuku bulan Hendek Muhârebesi, İslâmî gelişmenin önündeki engellerin büyük ölçüde bertaraf olmasında büyük rol oynamış mühim savaşlardan biridir.
   
    Düşman saldırısını kolayca önlemek maksadıyla, Resûl-i Ekremin Medine etrafında hendekler kazdırması sebebiyle, Hendek Savaşı adını alan bu savaşın bir diğer adı da “Ahzab”dır.
Medine üzerine topluca yürüyüp, Hz. Resûlullah ve Müslümanların vücûdunu ortadan kaldırmak fikrini  Yahudîler ortaya attılar. Zaten, Kureyş müşrikleri de böyle bir şeyi her zaman düşünüyor ve böyle bir teşebbüse her zaman hazır bulunuyorlardı.
   
    Medine'de önemli ölçüde güç kazanmaya devam etmekte olan İslam toplumu,hem kureyş'in ticaret kervanları için gerekli olan önemli yolları denetimine almış, hem de diğer kabileler üzerindeki kureyş tesirini büyük ölçüde kırmıştı.Ancak kureyşin önde gelenleri,ticaret yollarının Müslümanların denetimleri altına geçmesi ile kendi boyunlarına ip geçirilmesi arasında fazla bir fark olmadığının bilincinde idiler.Bu nedenle sürekli çözüm yolları aramakta idiler.

Medine üzerine birlikte yürüyüp, Hz. Resûlullahın bayraktarlığını yaptığı iman ve İslâm hareketini yerinde boğma teklifi, daha evvel belirttiğimiz gibi Benî Nadir Yahudîlerinin liderleri durumunda olanlardan geldi. Müşriklerin lideri Ebû Süfyan, “Siz bu işte samimi misiniz?” diye sordu.Dessas Yahudîler, “Evet,” dediler, “biz Muhammed’le çarpışma hususunda sizinle anlaşalım diye geldik.”Ebû Süfyan bundan gayet memnun oldu ve bu memnuniyetini şöyle ifâde etti:

“Öyle ise hoş geldiniz, safâ geldiniz! Muhammed’e düşmanlıkta bize yardımcı olanlar, yanımızda en sevgili, en makbul kimselerdir!”Böylece Medine üzerine yürüyüp, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) bayraktarlığını yaptığı imân ve İslâm hareketini yerinde boğma kararında birleşip anlaştılar.

                           Diğer kabilelere yapılan dâvet

    Benî Nadir Yahudîleri, Mekkeli müşriklerden, beraber hareket etmek üzere söz aldıktan sonra Gatafanlarla da, Hayber’in bir yıllık hurma mahsûlünü kendilerine vermek şartıyla anlaştılar. Ayrıca civarda bulunan diğer Arap kabilelerine de propagandacılarını gönderdiler. Onları da Medine üzerine yürümek için ayaklandırdılar.
Bu arada, harpte başrol oynayacak olan Mekkeli müşrikler de Arap kabilelerinden bazılarını harbe iştirâk ettirmek için kiraladılar. 

Böylece, Yahudîlerin propaganda, tahrik ve teşvikleriyle Mekkeli müşriklerden civardaki Arap kabilelerinden, Gatafanlar ve Ahabîş kabilelerinden büyük bir ordu teşkil edildi.Adı geçen kabileler, bu menfur gaye ve hedef etrafında, Hz. Resûlullah ve İslâmiyete düşmanlık derecelerine göre toplanmışlardı.
                                              
                          İki tarafın askeri gücü
Müslümanlar                                              Müşrikler
Asker sayısı 3000                             Asker sayısı 10.000
Atlı asker      36                                Atlı asker        300
                                                          Deve               100
Müslümanlar iki sancak bulunduruyorlardı bunlardan
- Mühacirlerin sancağını Zeyd bin Harise,
- Ensar'ın sancağını ise Sad bin Ubade hazretleri taşıyordu.

Huzaâ kabilesi eskiden beri Resûl-i Ekrem Efendimizle dost geçinen bir kabile idi. Bu dostluğun başlangıcını Abdülmuttalib ile olan anlaşma ve ittifâkları teşkil ediyordu.

    İşte, Kureyş müşriklerinin ciddi bir hazırlık içinde bulundukları hakkındaki raporu, bu kabileden bir süvari, normal olarak on iki günde alınan yolu, fevkâlade bir sür’atle tam dört günde katederek Medine’ye Peygamber Efendimize ulaştırdı.

     Haberi alan Peygamber Efendimiz, vakit geçirmeden derhal Ashab-ı Kiramı toplayarak kendileriyle istişâre etti.Resûl-i Ekrem, “Medine dışında düşmanla çarpışalım mı? Yoksa Medine’de kalarak müdafaa savaşı mı yapalım?” diye sordu.

Görüşmeye sunulan bu teklifle ilgili muhtelif fikirler sunuldu.
Bu arada Selman-ı Farisî, “Yâ Resûlallah! Biz Fars toprağında düşman süvarilerinin baskınlarından korktuğumuz zamanlarda, etrafımızı hendeklerle çevirip savunurduk” diye konuştu.
Teklif hem Hz. Resûlullah, hem Sahabîler tarafından makul karşılandı ve ittifakla şu karar alındı: Medine’de kalınacak ve şehrin etrafında hendekler kazılmak suretiyle düşman saldırısına karşı konulacak. Böylece muhasarada kalmak, açık arazide vuruşmaya tercih edildi.
                                 Hendek kazı işine başlanması
     İttifâkla şehrin dahilden müdafaasına karar verilince, hendek kazı işine Resûl-i Ekrem Efendimizin emir ve tavsiyeleri üzerine derhal başlandı. Peygamber Efendimiz, nerelerin, kimler tarafından kazılacağını bizzat tayin ve tesbit etti. Şehrin güneyinde oldukça sık bahçeler vardı.
    Düşmanın buradan geçebilme ihtimali çok zayıftı.
Geçmeyi göze alsa dahi, yayılarak değil de, birer kol halinde geçmeye mecbur olacağından durdurulması ve bozguna uğratılması için küçük bir askerî müfreze bile kâfi gelirdi. Doğu istikametinde ise, Peygamber Efendimizle anlaşma halinde bulunan Benî Kurayza ve diğer Yahudîler ikâmet ediyorlardı. Bu sebeple hendek kazı işi, tamamen açık arazi olan şehrin kuzey tarafında yapılıyordu. Yapılan tesbitler bunu gerektiriyordu.
   
    Bütün Müslümanlar, hattâ az çok eli iş tutabilecek çocuklar bile canla başla hendek kazıyorlardı. Kazı işine bizzat Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) katılıyor, bir an evvel tamamlanması için Müslümanların şevk ve gayretlerini her zaman canlı tutuyordu. Gönüllü Müslümanlar, bütün gün çalışıyorlar, geceyi geçirmek için evlerine dönüyorlardı.

                     Hendek kazı işinin tamamlanması

    Hendek kazı işinde Sahabîlerin gösterdikleri üstün gayret, gerçekten sadakatlarının, Allah ve Resûlüne olan bağlılıklarının en açık bir delili idi. Çalışma sırasında ihtiyaçlarını görme durumunda kaldıklarında bile Peygamber Efendimizden izin almadan işlerinin başından katiyyen ayrılmıyorlardı. Bu durum elbette Sahabîye yakışır bir fedakârlık ve feragat örneği idi. Nitekim, Cenâb-ı Hak da gönderdiği âyetlerde onların gerçek mü’minler olduklarına ve eşsiz sadakatlarına şehadet ediyordu:

Mü’minler Allah’a ve Resûlüne iman eden kimselerdir; Müslümanları ilgilendiren mühim bir iş için onunla beraber toplandıkları zaman, Peygamberden izin almaksızın oradan ayrılmazlar. Senden izin isteyenler, Allah’a ve Resûlüne imân etmiş olanlardır. Birtakım işleri için senden izin isteyenlerden dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan af dile. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”

    Hendeğin kazılması çalışmaları devam edrken,münafıklar yine yan çizmeye başlamışlardı.kazının hızla bitirilmesini geciktirmek için zaman zaman kazı yapılan yerden sıvışarak gidiyorlar, sonra tekrar geri geliyorlardı.çalışırken yavaş çalışırlardı. Ama yinede hendeğin kazılması bitmişdi.
  
    Cenâb-ı Hak, indirdiği âyet-i kerimelerde, onların uygun olmayan bu hareketlerinden bahsederek şöyle buyurdu:

“Peygamberi, birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın. Sizden, birbirinizi siper ederek Resûlullahın huzurundan sıvışanları, şüphesiz Allah bilir. Onun sünnetine muhalefet edenler, başlarına bir belâ gelmesinden yahut pek acı bir azâbın kendilerine erişmesinden sakınsınlar.”

    Yorucu bir çalışma neticesinde, hendek kazı işi altı gün sürdü. Hendek beş arşın  derinliğindeydi. Genişliği ise, en namlı süvarilerin dahi kolay kolay atlayıp geçemeyeceği kadardı. Sadece bir tek yeri aceleye geldiğinden dar kalmıştı. Oradan atlılar geçebilirdi. Bu sebeple Peygamber Efendimiz orası hakkındaki endişesini şöyle açıkladı:
   
“Müşriklerin buradan başka bir yerden geçip gelebileceklerinden korkmuyorum!”Resûl-i Ekrem, çarpışma boyunca bu dar kısmı nöbet tutturup bekletecektir. Ayrıca Peygamber Efendimiz (a.s.m.) hendeğin münasip kısımlarına giriş çıkış yerleri yaptırdı. Düşman gelip hendeğin önüne karargâhını kurunca, buralara nöbetçiler dikecek ve başına da Zübeyr bin Avvam Hazretlerini tayin edecektir.

Resûl-i Kibriyâ, karargâhını Sel’ Dağı eteklerinde kurdu. Ordunun sırtı bu dağa geliyordu. Harbe katılmayan kadın ve çocuklar ise kale ve hisarlara yerleştirildi. Yiyecek maddeleri, kıymetli ve ehemmiyetli eşyalar da yine bu hisarlarda muhafaza altına alındı.

Peygamber Efendimiz için Sel’ Dağı eteğinde deriden bir çadır kuruldu. Bu çadır bugünkü Fetih Mescidinin bulunduğu yerde idi.Hendek, henüz yeni bitmişti ki, ovayı düşman çadırlarının kapladığı görüldü.Düşman, karargâhını Medine’nin kuzeyinde Uhud Savaşının cereyan ettiği sahada kurdu.


    Hendekle karşılaşmaları, şaşkınlıklarına sebep oldu. O âna kadar böyle bir harp plân ve taktiği görmüş değillerdi. Haliyle bu durum, daha başından itibaren morallerini sarstı. Halbuki onlar, Medine’yi tamamen ele geçirecekleri hayal ve ümidiyle çıkıp gelmişlerdi. Eli boş dönmeyi düşünmek bile istemiyorlardı.Mücahidler, on bin askerlik düşmanı görmekle asla korkmadılar ve tereddüt etmediler. 

Kur’an-ı Azîmüşşan onların bu halini şöyle tasvir eder:

“Mü’minler düşman ordularını gördüklerinde, ‘Allah’ın ve Resûlünün bize vaad ettiği nusret ve zafer budur. Allah da, Resûlü de doğru söylemiştir’ dediler. Bu, onların ancak îmânını ve Allah’a teslimiyetini arttırmıştır.”


                      Benî Kurayza’nın anlaşmayı bozması

    Hz. Ömer, Resûlullahın huzuruna çıktı:

“Yâ Resûlallah,” dedi, “aldığım habere göre, Benî Kurayza Yahudileri anlaşmayı bozmuşlar ve düşmana yardım kararı almışlar.”
Beklenmeyen bu haber Peygamber Efendimizi oldukça müteessir etti. Halbuki, bu kabilenin reisi Ka’b ibni Esed ile anlaşması vardı. Bunun için o taraftan çok emin idi.
Üzülen Efendimizin dudaklarından şu cümleler döküldü:“Hasbünallahü ve ni’melvekîl (Allah bize yeter, O, ne güzel vekildir.”1
Beni kureyza mensuplarının Müslümanlarla olan ittifaklarını bozdukları kesinlik kazandı. Ama Hz Peygamber;''Şimdi onlara karşı her hangi bir harekette bulunma zamanı değildir!''diyerek askerlerinin yanlış yapmasına müsaade etmemişti.  Hz. Ömer’in verdiği haber doğruydu. Benî Nadir Yahudilerinin reisi Huyeyy bin Ahtab gelip Kurayzaoğulları reisi Ka’b bin Esed’i kandırmıştı. O da anlaşmayı bozmuştu.
     Sahabîler Benî Kurayza Yahudilerinin yurtlarına gittiler. Anlaşmayı bozmanın çirkinliğinden bahsederek onlara nasihatta bulundular. Fakat, onlar kulak asmadılar ve anlaşmayı bozduklarını açıkça ilân ettiler. Hattâ Peygamber Efendimiz hakkında ileri geri konuşacak kadar küstahlıkta bile bulundular.

    Müslüman elçiler bu durumdan son derece rahatsız oldular. Kurayzaoğullarının öteden beri müttefiki olan Hz. Sa’d bin Muaz, “Sizinle cenk etmedikçe Allah canımı almasın” diye hiddetli hiddetli konuştu.
Daha sonra Müslüman elçiler geri dönüp, durumu Resûl-i Kibriyâ Efendimize kapalı bir dille arz ettiler. Peygamber Efendimiz onlara, “Haberinizi gizli tutunuz. Ancak bilene açıklayınız. Çünkü harp, tedbirden ve aldatmaktan ibarettir” diye konuştu.
  
    Artık Medine çepe çevre düşman tarafından sarılmış demekti. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerimde, bu hususa şöyle işâret buyurur:
“O vakit düşman orduları size hem yukarıdan, hem de aşağıdan saldırmışlardı. Öyle ki, onların dehşetinden gözler yılmış, yürekler ağızlara gelmişti. ”
Beş yüz civarında mücahidi Medine’ye gönderip şehri koruma altına alan Resûl-i Kibriyâ Efendimizin kendisi de geceleri, düşmanın oradan geçebileceği düşüncesiyle hendeğin en dar yerini bizzat bekliyordu.
 
                                 Harbin başlaması

     Düşman, hendek arkasında çarpışmanın bir hayli zor olacağını biliyordu. Buna rağmen bütün hazırlıklarını tamamlayarak, var kuvvetiyle hücuma geçti. Fakat hendek, işlerini tahmin ettiklerinin de üstünde güçleştiriyordu. Hendeği bir türlü geçmek imkân ve fırsatını elde edemiyorlardı. Haliyle bu da ümitsizliğe düşmelerine sebep oluyordu.
Sonunda çarpışma uzaktan uzağa ok atışlarıyla devam etti. Fakat bu da, işin uzamasından başka birşeye yaramıyordu.Düşman ordusu, hücumlarından bir netice elde edemediğini görünce Müslümanları muhasara altına almaya karar verdi. Zaten başka yapacak bir şeyleri de yoktu.
Hattâ Kureyş ordusu kumandanı Ebû Süfyan, “Bugün bizim için bir hayırlı iş yok” diyerek ye’s içinde hendeğin başından çekilip karargâha gitti.Bir gün sonra, müşriklerin tamamı, Kurayzaoğulları Yahudileriyle birlikte her taraftan Müslümanları çepe çevre sardılar ve akşama kadar durmadan onları ok yağmuruna tuttular.
Kıtlık yüzünden pek zayıf ve güçsüz düşmüş olan Müslümanlar, düşman sürüsünün böyle bir kara bulut gibi her taraftan sıkıştırması üzerine, bütün bütün mecalsiz kaldılar. Akşam olup düşman çekilince bir miktar nefes aldılar. Fakat, “Düşman, yarın yine böyle her taraftan şiddetli hücuma girişirse, hâlimiz ne olur?” diyerek herkeste bir endişe ve telâş vardı.
 
                       
                  Düşmanın savaşsız hezimete uğrama

Allah (cc) müslümanlara bu savaşta aşikare yardım etti ve müslümanların müdahalesi olmadan iki sebeble bütün müşrikler dağılıp gitti. Birincisi Bu sırada henüz yeni Müslüman olmuş, fakat Müslüman olduğundan ne müşriklerin ve ne de kavmi olan Gatafanlıların haberi bulunmayan Nuaym bin Mes’ud, Peygamber Efendimizin huzuruna geldi. İslâma kavuşmuş olmanın şükrünü, Müslümanlara bir hizmette bulunmakla ifâ etmek istiyordu. Şu teklifte bulundu:
“Yâ Resûlallah! Ben Müslüman oldum. Kavmim olan Gatafanlıların bundan haberleri yok. Emret, istediğini yapayım.”
Peygamber Efendimiz,Gücün yeterse,onların bize karşı savaşmamaları için onları birbirinden ayırmaya çalış. Çünkü harp, hilelerden ibârettir” buyurdu. 
Hz. Nuaym kendisinden istenen hizmeti kavramıştı. “Evet, yâ Resûlallah! Bu işi yapabilirim. Fakat, gerektiğinde gerçeğe aykırı birşeyler söylememe izin vermelisin” dedi.Peygamber Efendimiz, “İstediğini söyle, sana helâldir” buyurarak ona ruhsat verdi.Hz. Nuaym, derhal yola koyuldu. Önce, Kurayzaoğullarının yanına vardı. Şüphelerini dâvet edici en ufak bir harekette bulunmadan şöyle bir konuşma yaptı:
“Şu adamın [Hz. Peygamberin] işi şüphesiz bir belâdır. Kaynuka ve Nadiroğullarına yaptığını da gördünüz.

“Kureyşliler ve Gatafanlılar Muhammed ve Ashabıyla savaşmak için buraya gelmiş bulunuyorlar. Siz de onlara yardımcı oldunuz. Halbuki, onların yurtları, malları, mülkleri, çoluk çocukları sizinki gibi burada değildir. Onlar, fırsat ve imkân bulurlarsa, Müslümanları mağlûp eder, ganimetleri toparlar. Mağlûp olurlarsa buradan savuşur giderler. Sizi, bu adamla başbaşa bırakırlar. Sizde ise, ona karşı koyacak güç ve kuvvet yoktur.
“Siz Kureyşlilerden bazılarını rehin almadıkça, asla onların yanında Muhammed’e karşı savaşmayın. Rehineler yanınızda bulunursa, kolay kolay sizi terk edip gidemezler.”

Benî Kurayza Yahudileri, bu tavsiyeyi uygun buldular. Üstelik kendilerini ikaz ettiği için Hz. Nuaym’a teşekkür bile ettiler.Yanlarından ayrılırken Hz. Nuaym, “Sakın anlattıklarımı kimseye söylemeyin. Gizli tutun!” demeyi de ihmal etmedi. Onlar da gizli tutacaklarına dair söz verdiler.

Benî Kurayza’nın yanından ayrılan Hz. Nuaym Kureyş müşriklerinin yanına gitti. “Sizi ne kadar çok sevdiğimi bilirsiniz. Muhammed’den ayrı olduğum da malûmunuz. Öğrendiğim birşeyi size söylemek zorundayım. Ama sır olarak saklayacağınıza yemin edin!” dedi.
“Yemin ederiz” dediler.

Hz. Nuaym, “Haberiniz olsun ki,” dedi, “Kurayzaoğulları, Muhammed’le ittifaklarını bozduklarına pişman olmuşlardır. Aralarının tekrar düzelmesi için ileri gelenlerinizden birçok kimseyi sizden rehin isteyeceklermiş ve Muhammed’le tekrar barışmak için onların boyunlarını vuracaklarmış. 

   Bununla birlikte Nadiroğullarının da tekrar yurtlarına dönmelerine müsaade alacaklarmış!
“Şayet, Kurayzaoğulları, ileri gelen adamlarınızı rehin almak için size bir haber gönderirlerse, sakın ha eşrafınızdan bir tek kimseyi dahi göndermeyiniz.”1
Hz. Nuaym, bundan sonra kendi kabilesi olan Gatafanlıların yanına vardı ve şöyle dedi:
“Ey Gatafan topluluğu! Sizler benim kabilemsiniz. Bana en sevgili olan kimselersiniz. Yahudilerin sizlerle oldukları anlaşmayı bozduklarını ve Muhammed’le anlaşmak üzere olduklarını öğrendim. Benî Nadir’i Medine’ye kabul etme karşılığında, Benî Kurayzalılar onunla sulh edeceklermiş.”

Hz. Nuaym, böylece, kendi kabilesini de söylediklerine inandırmayı başardı.Hz. Nuaym’ın taktiği müsbet neticesini vermeye başladı. Plân gereği, Benî Kurayza Yahudileri, müşriklerin ileri gelenlerinden rehin olmak üzere yetmiş kişi istediler. Onlar ise, bunu yine Hz. Nuaym’ın tâlimi üzere reddettiler. Haliyle bu durum aralarını açtı. Her iki taraf da, “Demek Nuaym’ın söyledikleri doğruymuş” diyerek aralarındaki münasebetleri kestiler.

Benî Kurayzalılar, aynı şekilde Gatafanlılardan da rehine istediler. Onlar da reddedince, plân başarı ile neticelenmiş oldu.

Son çarpışma ve Allah’ın nusreti

     Müşrik ordusu son defa, var gücü ve bütün şiddetiyle hendeğin her tarafından hücuma geçti. Çarpışmalar çok şiddetli oluyordu. Karşılıklı ok ve taş atışları ile taraflar birbirlerini yıldırmak ve püskürtmek istiyorlardı.

Harbin bütün şiddetiyle devam ettiği bu nazik anda Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, ridasını üzerinden yere atıp, ellerini Kadir-i Mutlak’a açarak şöyle duâ ediyordu.

“Ey Kitabı [Kur’an’ı] indiren, hesabı en çabuk gören, kavim ve kabileleri bozgunlara uğratan Allah’ım! Onlara karşı bizlere yardım et! Allah’ım Sen bu bir avuç Müslümanın helâkını dilersen, artık Sana ibadet edecek kim kalır?”1

O gün çarpışma bütün şiddetiyle devam etti. Artık hava kararmış, taraflar karargâhlarına çekilmişlerdi. Gecenin karanlığında Hz. Cebrâil (a.s.), gelerek Peygamber Efendimize düşman ordusunun bir rüzgâr ile perişan edileceğini müjdeledi. Müjdeyi alan Resûl-i Ekrem iki dizi üzerine çöktü, ellerini kaldırarak nusretini ulaştıran 

Cenâb-ı Hakka şükrünü şöyle takdim etti:
“Bana ve Ashabıma merhametinden dolayı, Sana hadsiz şükür ve hamd olsun Allah’ım.”
                       
                       Müşrikler perişan oluyor

Cumartesi gecesi idi. Geceyle birlikte, müşrik ordusunun bulunduğu sahada dondurucu bir rüzgâr gürlemeye başladı. Bu, en soğuk kış gecelerinde esen dondurucu bir rüzgârdı. Müşriklerin gözleri toz ve toprakla doldu. Kap kaçaklar uçuşuyor, çadırlar sökülüyor, atlar, develer birbirine karışıyor, gözler birbirini göremiyordu.
Düşmanı artık müthiş bir korku ve panik havası sarmıştı. Şaşırmışlardı. 

    Bozgun evvelâ Kureyş müşrikleri cephesinde başladı. Askerlerden önce, komutan Ebû Süfyan devesine atladı ve “Hemen göç ediniz, işte ben gidiyorum!” diyerek Mekke’ye doğru yola koyuldu. Kureyş ileri gelenleri kendisini kınamasalardı, belki de tek başına dolu dizgin orduyu terk edip gidecekti. 

    Kavminin ileri gelenlerinin ayıplamasına uğrayan Ebû Süfyan, tek başına gitmekten vazgeçti ve geri döndü. Ne var ki, artık orduda bozgun havası başlamıştı ve durdurulacak gibi değildi. Askeri toparlamak için gösterilen gayretler neticesiz kaldı. Sür’atle toparlanıp Mekke yolunu tutmaktan başka yapabilecekleri hiçbir şey kalmamıştı. Öyle de yaptılar.

    Sadece takip edilmekten korktuklarından, henüz o sırada müşrikler safında Müslümanlara karşı savaşan Amr bin As ve Halid bin Velid, 200 kişilik bir süvari birliği ile geride kaldılar.
Kureyş müşrikleri gerisin geri kaçınca, kendileriyle ittifak etmiş bulunan diğer kabileler de ordugâhtan ayrılıp yurtlarına döndüler.
Peygamber Efendimiz ve Müslümanlara yapılan bu İlâhî yardımdan Kur’ân-ı Kerimde şöyle bahsedilir:

“Ey îmân edenler! Hatırlayın, Allah’ın size olan nimetini ki, düşman orduları size saldırdığında, Biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. O zaman Allah sizin yaptıklarınızı görüyordu.”Düşmanın büyük bir hezimete uğrayıp çekilmekte olduğunu gören Fahr-i Âlem Efendimiz, tebessümler arasında, yardımını gönderen Cenâb-ı Hakka hamd ve şükrettikten sonra şöyle dedi:

“Allah’tan başka ilâh yoktur! Yalnız O vardır. Allah ordusunu aziz kıldı. Kuluna da yardım etti. Tek başına da Arap kabilelerine galebe etti!”1
Müşrik ordusunun hiç bir müsbet netice alamadan eli boş döndüklerini, Kur’an-ı Kerim bize şöyle haber verir: “O kâfirler umduklarından hiçbirisine erişemeden Allah onları öfkeleriyle birlikte geri gönderdi. Mü’minlere de savaşı kendilerinden uzaklaştırmak için Allah’ın yardımı kâfi geldi. Allah dilediğini yapmaya kàdirdir; Onun kudreti herşeye galiptir.”
                     
                         Zafer Müslümanların

    Bir ay kadar süren çetin bir çarpışma ve muhasara, böylece, Allah’ın yardımıyla sona ermişti. Düşmanlar perişan edilirken, Müslümanlara da rahat bir nefes alma imkânı doğmuştu. Küffâr ordusunun bu dönüşü artık bütün dönüşlerin başlangıcı sayılacaktı. Bundan böyle Müslümanlar üzerine yürüme cesaretini kendilerinde bulamayacaklardı.
  
    Zira, Bedir, Uhud ve Hendek gibi üç büyük savaşta mü’minlerin ne derece kuvvetli olduklarını ve onları bundan böyle mağlup etmenin kolay olmayacağını anlamış oluyorlardı.
Gerisin geri dönen müşrik ordusunda hakim hava ümitsizlik, keder ve üzüntü iken, mü’minler arasında tam bir bayram havası yaşanıyordu. Herkes memnun ve mesrûrdu. Bunca yorucu çalışma, sebât ve cesaretle çarpışmanın neticesini böylesine güzel bir surette elde etmekle, gönül huzuru içinde Rablerine hamd ve şükür ediyorlardı.

Hz. Resûlullahın şu müjdesi ile sevinçlerini kat kat arttırıyordu:
“Bundan sonra biz gidip onlarla çarpışacağız. Artık onlar, gelip bizimle çarpışamayacaklar.”1
Resûl-i Ekremle birlikte mücahidler bayram havası içinde, Hendek’ten şehre döndüler.
Bu muharebede mücahidler yedi şehid vermişlerdi.
Kâfirlerden ise dört ölü vardı. Şehid olan Sahabîlerin hepsi de Ensardandı.

1 yorum: