MUTE
SAVAŞI
(Cemâziyelevvel
8/Eylül 629)
İslâm devletinin Medine’de kurulmasından sonra
Müslümanlarla (Doğu
Roma İmparatorluğu) Rumlar arasında yapılan ilk savaştır.
Bu savaş ilk kez bir ülkeye karşı
yapılmıştır.
Hz. Peygamber 8. yılın başında Mute Savaşı Miladi Takvime göre 629 yılının Eylül ayında yapılmıştır.
Mûte, Şam bölgesine giren Belka yakınlarında bir yerin adıdır. Hz. Peygamber, Ashabtan Hâris b. Umeyr (r.a)’ı Busra (Havran) Valisi (Emiri) Şurahbil b. Amr el-Gassânî’ye İslâm’a davet mektubunu sunmak üzere yollamış, ama bu sahabi Gassanile tarafından şehid edilmişti.
Halbuki; “elçiye zeval yoktur” anlayışı gereğince düşman ülkeler bile
birbirlerinin elçilerine dokunmazlardı.
Hâris
b. Umeyr Hz. Peygamber’in öldürülen tek elçisidir. Hz. Peygamber elçi
dokunulmazlığını öngören uluslararası hukukun bu açık ihlali karşısında 3.000
kişilik bir ordu hazırladı ve kumandanlığına Zeyd b. Hârise’yi tayin etti. Ardından Zeyd’in öldürülmesi halinde kumandayı Ca‘fer b. Ebû Tâlib’in, Ca‘fer’in öldürülmesi durumunda da Abdullah b. Revâha’nın ele almasını, şayet o da şehid düşerse Müslümanların kendi aralarından birini seçmelerini emretti.
Hz. Peygamber elçinin öldürüldüğü yere kadar gidildikten sonra oradakilerin önce İslam’a davet edilmesini, kabul etmez ve cizyeye de razı olmazsa İslâm elçisini öldürenlerle savaşılacaktı. Bu arada çocuk, kadın ve yaşlılar ile manastırlara çekilmiş insanlara dokunulmamasını, hurmalıklara zarar verilmemesini, ağaçların kesilmemesini ve binaların yıkılmamasını tembih etti.
Peygamberimiz (s.a.s) orduyu
Seniyyetü’l-Veda’ya kadar yürüyüp uğurladı.
Halid b. Velid gibi yüksek askerî bir deha ve üstün strateji bilgisine sahip bir kimse de bu savaşa bir nefer olarak katılmıştır. H.8/M.629 yılında İslâm ordusu Medine’den çıkıp Vâdilkurâ ve Maân üzerinden Mûte’ye ulaştı.
Burada bölgede bulunan Bizans orduları kumandanı Theodoros’un genel idaresinde, Şürahbîl b. Amr kumandasındaki Hıristiyan Arap kabileleri de dahil, sayıları 100.000 bin kişiye ulaştığı rivayet edilen büyük bir orduyla karşılaştı.
İslâm ordusunun kumandanları meseleyi tartıştılar; geri dönmek, Hz. Peygamber’e haberci yollamak hususlarını görüştüler. Ancak savaş görüşü ağır basmış ve iki ordu karşılaşmıştı.
Zeyd. b. Hârise (r.a) şehit düşünce, sancağı, Cafer aldı Ca’fer’in sağ eli kesildi; bu sefer sancağı sol eliyle tuttu. Sol eli de kesilince sancağı yine bırakmadı; kesik iki elinin kalan kısımlarıyla sıkıştırarak göğsü arasında tuttu, fakat bir mızrak darbesiyle şehid oldu.
Bundan sonra sevgili Peygamberimizin emrine uyularak sancağı, Sahabenin şâirlerinden Abdullah b. Revâha aldı; o da şiirler söyleyerek harbetti ve şehâdet şerbetini içti. İşte bu sırada askerde genel bir çöküntü doğmak üzereydi ki, askerin hemen hepsinin isteği üzerine Hâlid b. Velid kumandayı ve sancağı eline aldı.
O gün akşama kadar savaş yapıldıktan sonra Halid, ertesi sabaha kadar sağ kanatta bulunan müslüman askerleri sol kanada, sol kanattakileri sağ kanada, arkadakileri öne ve öndekileri arkaya alarak yerlerinde değişiklik yaptı. Böylece düşmana yeni destek kuvvetleri geliyormuş izlenimini vermek istiyordu.
İslam ordusunun, kendisinden sayı ve güç bakımından kat kat üstün olan Bizans ordusu karşısında daha fazla zayiat vermeden yavaş yavaş geri çekilerek Medine’ye dönebilmiş olması bir başarı olarak değerlendirilmelidir. Hatta ric’atten evvelki bir hücumunda Hâlid, düşmana bir hayli kayıp verdirmiş ve bol ganimet de elde etmişti.
İşte bu şekilde İslâm ordusunu Medine’ye sağ-sağlim geri getirdi. Peygamber Efendimiz bu savaşı Medine’de, olduğu gibi görmüş ve her safhasını minberden müslümanlara anlatmıştı. Sıra ile kumandanların şehadetini anlattıktan sonra sıra Hâlid’e gelince “En sonunda sancağı Allah’ın kılıçlarından bir kılıç aldı ” buyurmuş ve bundan sonra Halid b. Velid’e “Seyfullah” lakabı verilmişti. Hâlid b. Velid diyor ki: “Mûte Savaşında elimde dokuz kılıç parçalandı.” Bu ifadeden Mûte Savaşının ne kadar şiddetli geçtiğini anlıyoruz.
Bu savaşa katılmış bulunan Abdullah b. Ömer diyor ki: “Mute günü ben
Ca’fer’i şehid edilmiş olarak gördüm. Onun vücudunda süngü ve kılıç darbesiyle
elli yara saydım. Bu elli yaradan hiç biri arkasında değildi. “Bundan Ca’fer b.
Ebu Talib’in ne kadar korkusuzca ve sanki arkasına hiç dönmeden düşmanla
savaşmış olduğu anlaşılmaktadır. Ca’fer şehit olduktan sonra “Ca’fer-i Tayyar:
Uçan Ca’fer” diye anılmıştır.
Allah yolunda kesilen iki koluna karşılık Cenab-ı hak ona iki kanat
ihsan etmiştir ki, bu; onun mânen yüce mertebelere eriştirildiğine işarettir
denilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s), bütün ashabını ayırdetmeksizin çok
severdi. Bu üç şehid kumandanı ve Habeşistan muhacirlerinden amcasının oğlu
Ca’fer’i de çok severdi. Bir süre, şehitlerin ardından ağladı.
Bu; sevgi, şefkat, merhametin
eseri olan ağlamaktı, yoksa feryat değildi. Nitekim feryat tarzındaki ağlama
haberleri kendisine ulaşınca böyle ağlamaktan müslümanları yasakladı. Peygamber
Efendimiz şehitlerin ve bu arada amcasının oğlu Ca’fer’in ailesini de teselli etmişti.
Bu savaşla İslam ordusu, dönemin en büyük imparatorluklarından biri olan Bizans ordusuyla ilk defa karşılaşmış oldu. İslam ordusunun, kendisinden sayı ve güç bakımından kat kat üstün olan Bizans ordusu karşısında daha fazla zayiat vermeden geri çekilerek Medine’ye dönebilmiş olması bir başarı olarak değerlendirilmelidir.