HENDEK SAVAŞI
Hicretin 5. senesi, 29 Şevval.
Milâdî 24 Ocak 627 Uhud Harbinden iki yıl sonra vuku bulan Hendek Muhârebesi,
İslâmî gelişmenin önündeki engellerin büyük ölçüde bertaraf olmasında büyük rol
oynamış önemli savaşlardan biridir.
Düşman saldırısını kolayca önlemek maksadıyla, Resûl-i Ekremin Medine
etrafında hendekler kazdırması sebebiyle, Hendek Savaşı adını alan bu savaşın
bir diğer adı da “Ahzab”dır.
Medine üzerine topluca yürüyüp, Hz. Resûlullah ve Müslümanların vücûdunu ortadan
kaldırmak fikrini Yahudîler ortaya
attılar. Zaten, Kureyş müşrikleri de böyle bir şeyi her zaman düşünüyor ve
böyle bir teşebbüse her zaman hazır bulunuyorlardı.
Medine'de önemli ölçüde güç kazanmaya devam etmekte olan İslam toplumu,hem
kureyş'in ticaret kervanları için gerekli olan önemli yolları denetimine almış,
hem de diğer kabileler üzerindeki kureyş tesirini büyük ölçüde kırmıştı.Ancak
kureyşin önde gelenleri,ticaret yollarının Müslümanların denetimleri altına
geçmesi ile kendi boyunlarına ip geçirilmesi arasında fazla bir fark
olmadığının bilincinde idiler.Bu nedenle sürekli çözüm yolları aramakta idiler.
Beni Nadir Yahudilerinin ileri gelenlerinden bir heyet Mekke'ye gidip,Kureyşlileri Resulüllah (s.a.v)'a karşı harbe davet ettilerve onlara; O'nun işini bitirinceye kadar sizinleyiz ve siz Muhammed'den daha hayırlı bir din üzeresiniz dediler. Daha sonra bu Yahudi heyeti yola çıkıp Gatafan'a vardılar. Onlara da, hemen anlaşdılar. Oradan da Beni feraze ve Beni Mürre'ye uğradılar. Böylece anlaşmalar tamamlandı.Resulullah'a karşı girişecekleri savaşın yer ve zamanı tespit edildi.
İki
tarafın askeri gücü
Müslümanlar
Müşrikler
Asker sayısı 3000
Asker sayısı 10.000
Atlı asker 36 Atlı asker 300
Deve 100
Müslümanlar iki sancak bulunduruyorlardı
bunlardan
- Mühacirlerin sancağını Zeyd bin Harise,
- Ensar'ın sancağını ise Sad bin Ubade hazretleri taşıyordu.
Huzaâ kabilesi eskiden beri Resûl-i Ekrem Efendimizle dost geçinen bir
kabile idi. Bu dostluğun başlangıcını Abdülmuttalib ile olan anlaşma ve
ittifâkları teşkil ediyordu.
İşte, Kureyş müşriklerinin ciddi bir hazırlık içinde bulundukları hakkındaki bilgiyi, Medine’ye Peygamber Efendimize
ulaştırdı.
Haberi alan Peygamber Efendimiz, vakit geçirmeden derhal Ashab-ı Kiramı
toplayarak kendileriyle istişâre etti.Resûl-i Ekrem, “Medine dışında düşmanla
çarpışalım mı? Yoksa Medine’de kalarak müdafaa savaşı mı yapalım?” diye sordu.
Görüşmeye sunulan bu teklifle ilgili muhtelif fikirler sunuldu.
Bu arada Selman-ı Farisî, “Yâ Resûlallah! Biz
Fars toprağında düşman süvarilerinin baskınlarından korktuğumuz zamanlarda,
etrafımızı hendeklerle çevirip savunurduk” diye konuştu.
Teklif hem Hz. Resûlullah, hem Sahabîler tarafından makul karşılandı ve
ittifakla şu karar alındı: Medine’de kalınacak ve şehrin etrafında hendekler
kazılmak suretiyle düşman saldırısına karşı konulacak. Böylece muhasarada
kalmak, açık arazide vuruşmaya tercih edildi.
Hendeğin kazılmaya başlanması
İttifâkla şehrin dahilden
müdafaasına karar verilince, hendek kazı işine Resûl-i Ekrem Efendimizin emir
ve tavsiyeleri üzerine derhal başlandı. Peygamber Efendimiz, nerelerin, kimler
tarafından kazılacağını bizzat tayin ve tesbit etti. Şehrin güneyinde oldukça
sık bahçeler vardı.
Düşmanın buradan geçebilme ihtimali çok zayıftı.
Geçmeyi göze alsa dahi, yayılarak değil de, birer kol halinde geçmeye mecbur
olacağından durdurulması ve bozguna uğratılması için küçük bir askerî müfreze
bile kâfi gelirdi. Doğu istikametinde ise, Peygamber Efendimizle anlaşma
halinde bulunan Benî Kurayza ve diğer Yahudîler ikâmet ediyorlardı. Bu sebeple
hendek kazı işi, tamamen açık arazi olan şehrin kuzey tarafında yapılıyordu.
Yapılan tesbitler bunu gerektiriyordu.
Bütün Müslümanlar, hattâ az çok eli iş tutabilecek çocuklar bile canla başla
hendek kazıyorlardı. Kazı işine bizzat Peygamber Efendimiz de (a.s.m.)
katılıyor, bir an evvel tamamlanması için Müslümanların şevk ve gayretlerini
her zaman canlı tutuyordu. Gönüllü Müslümanlar, bütün gün çalışıyorlar, geceyi
geçirmek için evlerine dönüyorlardı.
Hendek kazı işinin bitişi
Hendeğin kazılması çalışmaları devam ederken,münafıklar yine yan çizmeye
başlamışlardı.kazının hızla bitirilmesini geciktirmek için zaman zaman kazı
yapılan yerden sıvışarak gidiyorlar, sonra tekrar geri geliyorlardı.çalışırken
yavaş çalışırlardı. Ama yinede hendeğin kazılması bitmişdi.
Yorucu bir çalışma neticesinde, hendek kazı işi altı gün sürdü. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hendeğin münasip kısımlarına
giriş çıkış yerleri yaptırdı. Düşman gelip hendeğin önüne karargâhını kurunca,
buralara nöbetçiler dikecek ve başına da Zübeyr bin Avvam Hazretlerini tayin
edecektir.
Resûl-i Kibriyâ, karargâhını Sel’ Dağı eteklerinde kurdu. Ordunun sırtı bu
dağa geliyordu. Harbe katılmayan kadın ve çocuklar ise kale ve hisarlara
yerleştirildi. Yiyecek maddeleri, kıymetli ve ehemmiyetli eşyalar da yine bu
hisarlarda muhafaza altına alındı.
Peygamber Efendimiz için Sel’ Dağı eteğinde deriden bir çadır kuruldu. Bu
çadır bugünkü Fetih Mescidinin bulunduğu yerde idi.Hendek, henüz yeni bitmişti
ki, ovayı düşman çadırlarının kapladığı görüldü.Düşman, karargâhını Medine’nin
kuzeyinde Uhud Savaşının cereyan ettiği sahada kurdu.
Hendekle karşılaşmaları, şaşkınlıklarına sebep oldu. O âna kadar böyle bir
harp plân ve taktiği görmüş değillerdi. Haliyle bu durum, daha başından
itibaren morallerini bozdu. Halbuki onlar, Medine’yi tamamen ele geçirecekleri
hayal ve ümidiyle çıkıp gelmişlerdi. Eli boş dönmeyi düşünmek bile
istemiyorlardı.Mücahidler, on bin askerlik düşmanı görmekle asla korkmadılar ve
tereddüt etmediler.
Kur’an-ı Azîmüşşan onların bu halini şöyle ifade eder:
“Mü’minler düşman ordularını gördüklerinde, ‘Allah’ın ve Resûlünün bize vaad
ettiği nusret ve zafer budur. Allah da, Resûlü de doğru söylemiştir’ dediler.
Bu, onların ancak îmânını ve Allah’a teslimiyetini arttırmıştır.”
Benî Kurayza’nın anlaşmayı bozması
Hz. Ömer, Resûlullahın huzuruna çıktı:
“Yâ Resûlallah,” dedi, “aldığım habere göre, Benî Kurayza Yahudileri
anlaşmayı bozmuşlar ve düşmana yardım kararı almışlar.”
Beklenmeyen bu haber Peygamber Efendimizi oldukça müteessir etti. Halbuki,
bu kabilenin reisi Ka’b ibni Esed ile anlaşması vardı. Bunun için o taraftan
çok emin idi.
Üzülen Efendimizin dudaklarından şu cümleler döküldü:“Hasbünallahü ve
ni’melvekîl (Allah bize yeter, O, ne güzel vekildir.”1
Beni kureyza mensuplarının Müslümanlarla olan ittifaklarını bozdukları
kesinlik kazandı. Ama Hz Peygamber;''Şimdi onlara karşı her hangi bir harekette
bulunma zamanı değildir!''diyerek askerlerinin yanlış yapmasına müsaade etmemişti. Hz. Ömer’in verdiği haber doğruydu. Benî
Nadir Yahudilerinin reisi Huyeyy bin Ahtab gelip Kurayzaoğulları reisi Ka’b bin
Esed’i kandırmıştı. O da anlaşmayı bozmuştu.
Sahabîler Benî Kurayza Yahudilerinin
yurtlarına gittiler. Anlaşmayı bozmanın çirkinliğinden bahsederek onlara
nasihatta bulundular. Fakat, onlar kulak asmadılar ve anlaşmayı bozduklarını
açıkça ilân ettiler. Hattâ Peygamber Efendimiz hakkında ileri geri konuşacak
kadar küstahlıkta bile bulundular.
Müslüman elçiler bu durumdan son derece rahatsız oldular. Kurayzaoğullarının
öteden beri müttefiki olan Hz. Sa’d bin Muaz, “Sizinle cenk etmedikçe Allah
canımı almasın” diye hiddetli hiddetli konuştu.
Daha sonra Müslüman elçiler geri dönüp, durumu Resûl-i Kibriyâ Efendimize
kapalı bir dille arz ettiler. Peygamber Efendimiz onlara, “Haberinizi gizli
tutunuz. Ancak bilene açıklayınız. Çünkü harp, tedbirden ve aldatmaktan
ibarettir” diye konuştu.
Artık Medine çepe çevre düşman tarafından sarılmış demekti. Cenâb-ı Hak,
Kur’ân-ı Kerimde, bu hususa şöyle işâret buyurur:
“O vakit düşman orduları size hem
yukarıdan, hem de aşağıdan saldırmışlardı. Öyle ki, onların dehşetinden gözler
yılmış, yürekler ağızlara gelmişti. ”
Beş yüz civarında mücahidi Medine’ye gönderip şehri koruma altına alan
Resûl-i Kibriyâ Efendimizin kendisi de geceleri, düşmanın oradan geçebileceği
düşüncesiyle hendeğin en dar yerini bizzat bekliyordu.
Harbin başlaması
Düşman, hendek arkasında çarpışmanın bir hayli zor olacağını biliyordu. Buna
rağmen bütün hazırlıklarını tamamlayarak, var kuvvetiyle hücuma geçti. Fakat
hendek, işlerini tahmin ettiklerinin de üstünde güçleştiriyordu. Hendeği bir
türlü geçmek imkân ve fırsatını elde edemiyorlardı. Haliyle bu da ümitsizliğe
düşmelerine sebep oluyordu.
Sonunda çarpışma uzaktan uzağa ok atışlarıyla devam etti. Fakat bu da, işin
uzamasından başka birşeye yaramıyordu.Düşman ordusu, hücumlarından bir netice
elde edemediğini görünce Müslümanları muhasara altına almaya karar verdi. Zaten
başka yapacak bir şeyleri de yoktu.
Hattâ Kureyş ordusu kumandanı Ebû Süfyan, “Bugün bizim için bir hayırlı iş
yok” diyerek ye’s içinde hendeğin başından çekilip karargâha gitti.Bir gün
sonra, müşriklerin tamamı, Kurayzaoğulları Yahudileriyle birlikte her taraftan
Müslümanları çepe çevre sardılar ve akşama kadar durmadan onları ok yağmuruna
tuttular.
Kıtlık yüzünden pek zayıf ve güçsüz düşmüş olan Müslümanlar, düşman
sürüsünün böyle bir kara bulut gibi her taraftan sıkıştırması üzerine, bütün
bütün mecalsiz kaldılar. Akşam olup düşman çekilince bir miktar nefes aldılar.
Fakat, “Düşman, yarın yine böyle her taraftan şiddetli hücuma girişirse,
hâlimiz ne olur?” diyerek herkeste bir endişe ve telâş vardı.
Muhasaranın şiddetli hücumu
Muhasara uzadıkça uzuyordu. Müşriklerin baskın ve hücumları her defasında
Müslümanlar tarafından püskürtülüyordu. Muhasaranın uzaması, her iki tarafı da
büyük sıkıntı, açlık ve soğukla karşı karşıya bırakmıştı.
Kuşatma esnasında mücahidler büyük sıkıntı ve meşakkatlere maruz
kalıyorlardı. Harpten önce durmadan dinlenmeden hendeği kazmışlardı. O biter
bitmez de harbe girmişlerdi. Bu bakımdan oldukça bitkin ve yorgun idiler.
Ayrıca açlık sıkıntısı da çekiyorlardı. Hava da oldukça soğuktu.
Muhasaranın devamı sırasında bir ara düşman birlikleri Resûlullahın çadırını
şiddetli ok yağmuruna tutmuşlardı. Peygamber Efendimiz, üzerinde zırh, başında
miğfer çadırının önünde duruyordu.
Bu sırada henüz yeni Müslüman olmuş, fakat Müslüman olduğundan ne
müşriklerin ve ne de kavmi olan Gatafanlıların haberi bulunmayan Nuaym bin Mes’ud, Peygamber Efendimizin huzuruna
geldi. İslâma kavuşmuş olmanın şükrünü, Müslümanlara bir hizmette bulunmakla
ifâ etmek istiyordu. Şu teklifte bulundu:
“Yâ Resûlallah! Ben Müslüman oldum. Kavmim olan Gatafanlıların bundan
haberleri yok. Emret, istediğini yapayım.”
Peygamber Efendimiz, “Sen tek bir kişisin. Cesaretinle ne yapabilirsin ki?
Maamafih yalnız başına da bir iş görebilirsin: Elinden gelirse bizi muhasara
altına almış bulunan kavimlerin arasına gir de, onları birbirinden ayırmaya
çalış. Çünkü harp, hilelerden ibârettir”1 buyurdu.
Hz. Nuaym kendisinden istenen hizmeti kavramıştı. “Evet, yâ Resûlallah! Bu
işi yapabilirim. Fakat, gerektiğinde gerçeğe aykırı birşeyler söylememe izin
vermelisin” dedi.Peygamber Efendimiz, “İstediğini söyle, sana helâldir”
buyurarak ona ruhsat verdi. Hz. Nuaym, derhal yola koyuldu. Önce,
Kurayzaoğullarının yanına vardı. Şüphelerini dâvet edici en ufak bir harekette
bulunmadan şöyle bir konuşma yaptı:
“Şu adamın [Hz. Peygamberin] işi şüphesiz bir belâdır. Kaynuka ve
Nadiroğullarına yaptığını da gördünüz.
“Kureyşliler ve Gatafanlılar Muhammed ve Ashabıyla savaşmak için buraya
gelmiş bulunuyorlar. Siz de onlara yardımcı oldunuz. Halbuki, onların yurtları,
malları, mülkleri, çoluk çocukları sizinki gibi burada değildir. Onlar, fırsat
ve imkân bulurlarsa, Müslümanları mağlûp eder, ganimetleri toparlar. Mağlûp
olurlarsa buradan savuşur giderler. Sizi, bu adamla başbaşa bırakırlar. Sizde
ise, ona karşı koyacak güç ve kuvvet yoktur.
“Siz Kureyşlilerden bazılarını rehin almadıkça, asla onların yanında
Muhammed’e karşı savaşmayın. Rehineler yanınızda bulunursa, kolay kolay sizi
terk edip gidemezler.”
Benî Kurayza Yahudileri, bu tavsiyeyi uygun buldular. Üstelik kendilerini
ikaz ettiği için Hz. Nuaym’a teşekkür bile ettiler.Yanlarından ayrılırken Hz.
Nuaym, “Sakın anlattıklarımı kimseye söylemeyin. Gizli tutun!” demeyi de ihmal
etmedi. Onlar da gizli tutacaklarına dair söz verdiler.
Benî Kurayza’nın yanından ayrılan Hz. Nuaym Kureyş müşriklerinin yanına
gitti. “Sizi ne kadar çok sevdiğimi bilirsiniz. Muhammed’den ayrı olduğum da
malûmunuz. Öğrendiğim birşeyi size söylemek zorundayım. Ama sır olarak
saklayacağınıza yemin edin!” dedi.
“Yemin ederiz” dediler.
Hz. Nuaym, “Haberiniz olsun ki,” dedi,
“Kurayzaoğulları, Muhammed’le ittifaklarını bozduklarına pişman olmuşlardır.
Aralarının tekrar düzelmesi için ileri gelenlerinizden birçok kimseyi sizden
rehin isteyeceklermiş ve Muhammed’le tekrar barışmak için onların boyunlarını
vuracaklarmış.
Bununla birlikte Nadiroğullarının da tekrar yurtlarına
dönmelerine müsaade alacaklarmış!
“Şayet, Kurayzaoğulları, ileri gelen adamlarınızı rehin almak için size bir
haber gönderirlerse, sakın ha eşrafınızdan bir tek kimseyi dahi
göndermeyiniz.”1
Hz. Nuaym, bundan sonra kendi kabilesi olan Gatafanlıların yanına vardı ve
şöyle dedi:
“Ey Gatafan topluluğu! Sizler benim kabilemsiniz. Bana en sevgili olan
kimselersiniz. Yahudilerin sizlerle oldukları anlaşmayı bozduklarını ve Muhammed’le
anlaşmak üzere olduklarını öğrendim. Benî Nadir’i Medine’ye kabul etme
karşılığında, Benî Kurayzalılar onunla sulh edeceklermiş.”
Hz. Nuaym, böylece, kendi kabilesini de söylediklerine inandırmayı
başardı.Hz. Nuaym’ın taktiği müsbet neticesini vermeye başladı. Plân gereği,
Benî Kurayza Yahudileri, müşriklerin ileri gelenlerinden rehin olmak üzere
yetmiş kişi istediler. Onlar ise, bunu yine Hz. Nuaym’ın tâlimi üzere
reddettiler. Haliyle bu durum aralarını açtı. Her iki taraf da, “Demek Nuaym’ın
söyledikleri doğruymuş” diyerek aralarındaki münasebetleri kestiler.
Benî Kurayzalılar, aynı şekilde Gatafanlılardan da rehine istediler. Onlar
da reddedince, plân başarı ile neticelenmiş oldu.
Son çarpışma
Müşrik ordusu son defa, var gücü ve bütün şiddetiyle hendeğin her tarafından
hücuma geçti. Çarpışmalar çok şiddetli oluyordu. Karşılıklı ok ve taş atışları
ile taraflar birbirlerini yıldırmak ve püskürtmek istiyorlardı.
Harbin bütün şiddetiyle devam ettiği bu nazik anda Resûl-i Kibriyâ Efendimiz,
ridasını üzerinden yere atıp, ellerini Kadir-i Mutlak’a açarak şöyle duâ
ediyordu.
“Ey Kitabı [Kur’an’ı] indiren, hesabı en çabuk gören, kavim ve kabileleri
bozgunlara uğratan Allah’ım! Onlara karşı bizlere yardım et! Allah’ım Sen bu
bir avuç Müslümanın helâkını dilersen, artık Sana ibadet edecek kim kalır?”1
O gün çarpışma bütün şiddetiyle devam etti. Artık hava kararmış, taraflar
karargâhlarına çekilmişlerdi. Gecenin karanlığında Hz. Cebrâil (a.s.), gelerek
Peygamber Efendimize düşman ordusunun bir rüzgâr ile perişan edileceğini
müjdeledi. Müjdeyi alan Resûl-i Ekrem iki dizi üzerine çöktü, ellerini
kaldırarak nusretini ulaştıran
Cenâb-ı Hakka şükrünü şöyle takdim etti:
“Bana ve Ashabıma merhametinden dolayı, Sana hadsiz şükür ve hamd olsun
Allah’ım.”
Müşrikler perişan oluyor
Cumartesi gecesi idi. Geceyle birlikte, müşrik ordusunun bulunduğu sahada
dondurucu bir rüzgâr gürlemeye başladı. Bu, en soğuk kış gecelerinde esen
dondurucu bir rüzgârdı. Müşriklerin gözleri toz ve toprakla doldu. Kap kaçaklar
uçuşuyor, çadırlar sökülüyor, atlar, develer birbirine karışıyor, gözler
birbirini göremiyordu.
Düşmanı artık müthiş bir korku ve panik havası sarmıştı. Şaşırmışlardı.
Bozgun evvelâ Kureyş müşrikleri cephesinde başladı. Askerlerden önce, komutan
Ebû Süfyan devesine atladı ve “Hemen göç ediniz, işte ben gidiyorum!” diyerek
Mekke’ye doğru yola koyuldu. Kureyş ileri gelenleri kendisini kınamasalardı,
belki de tek başına dolu dizgin orduyu terk edip gidecekti.
Kavminin ileri gelenlerinin ayıplamasına uğrayan Ebû Süfyan, tek başına
gitmekten vazgeçti ve geri döndü. Ne var ki, artık orduda bozgun havası
başlamıştı ve durdurulacak gibi değildi. Askeri toparlamak için gösterilen
gayretler neticesiz kaldı. Sür’atle toparlanıp Mekke yolunu tutmaktan başka yapabilecekleri
hiçbir şey kalmamıştı. Öyle de yaptılar.
Sadece takip edilmekten korktuklarından, henüz o sırada müşrikler safında
Müslümanlara karşı savaşan Amr bin As ve Halid bin Velid, 200 kişilik bir
süvari birliği ile geride kaldılar.
Kureyş müşrikleri gerisin geri kaçınca, kendileriyle ittifak etmiş bulunan
diğer kabileler de ordugâhtan ayrılıp yurtlarına döndüler.
Zafer Müslümanların
Bir ay kadar süren çetin bir çarpışma ve muhasara, böylece, Allah’ın
yardımıyla sona ermişti. Düşmanlar perişan edilirken, Müslümanlara da rahat bir
nefes alma imkânı doğmuştu. Küffâr ordusunun bu dönüşü artık bütün dönüşlerin
başlangıcı sayılacaktı. Bundan böyle Müslümanlar üzerine yürüme cesaretini
kendilerinde bulamayacaklardı.
Zira, Bedir, Uhud ve Hendek gibi üç büyük
savaşta mü’minlerin ne derece kuvvetli olduklarını ve onları bundan böyle
mağlup etmenin kolay olmayacağını anlamış oluyorlardı.
Gerisin geri dönen müşrik ordusunda hakim hava ümitsizlik, keder ve üzüntü
iken, mü’minler arasında tam bir bayram havası yaşanıyordu. Herkes memnun ve mesrûrdu.
Bunca yorucu çalışma, sebât ve cesaretle çarpışmanın neticesini böylesine güzel
bir surette elde etmekle, gönül huzuru içinde Rablerine hamd ve şükür
ediyorlardı.
Hz. Resûlullahın şu müjdesi ile sevinçlerini kat kat arttırıyordu:
“Bundan sonra biz gidip onlarla çarpışacağız. Artık onlar, gelip bizimle
çarpışamayacaklar.”1
Resûl-i Ekremle birlikte mücahidler bayram havası içinde, Hendek’ten şehre
döndüler.
Bu muharebede mücahidler yedi şehid vermişlerdi.
Kâfirlerden ise dört ölü vardı. Şehid olan Sahabîlerin hepsi de Ensardandı.